Birinci Dünya Savaşı'na kimin yüzünden girdik?

Enver Paşa'ya isnad edilen suçlardan biri de, Osmanlı'yı Birinci Dünya Savaşı'na sürüklediğidir. O dönemin en önemli isimlerinden biri olan Said Halim Paşa, "Türkiye'nin Birinci Cihan Harbi'ne Katılmasının Sebepleri" başlıklı makalesinde, devletin bu savaşa girmekten başka çaresinin kalmadığını en açık delilleri ile anlatır. Said Halim Paşa, "Büyük Avrupa Harbi'nin patlamasının Türkiye için taşıdığı derin tehlikeleri idrak etmeyen kimse yoktu" dedikten sonra, bu savaşın asıl gayesinin, "Türkiye'nin paylaşılması" olduğunu söyler. Yine, özellikle İngiltere, Fransa ve Rusya'nın amacı, Türkiye'yi yalnız ve çaresiz bırakmaktır. "Üçlü İtilaf, ta Güney Amerika hükümetlerine varıncaya kadar her tarafta kendine müttefik arıyor, fakat bütün bunların yanında, Türkiye ile ittifaka girmiyorlardı. Türkiye, kendi varlığının çok ciddi tehlikelere maruz kaldığını anlamış bulunmaktaydı. Ve, tarafsızlık, yalnızlık demekti."

Said Halim Paşa'ya göre, İstiklal Harbi, Birinci Dünya Savaşı'nın devamıydı ve bu savaş, adeta, Enver Paşa ve ekibinden kaçırılmıştı. Said Halim Paşa'nın sözkonusu makalesinden bir bölüm okumak, meseleyi daha iyi kavramamıza yarayacaktır.

"Türkiye, kendi varlığının çok ciddi tehlikelere ve ithamlara maruz kaldığını anlamış bulunmaktaydı.

İtilaf Devletleri, bizimle bir ittifaka girmiyorlardı. Çünkü böyle bir anlaşma, onların gizli maksatlarına aykırı düşmekte idi. Bu devletler, harbin sonunda 'Hasta Adam'ın hayatına son vermek ve onun mirasını paylaşmak istiyorlardı. Bu muharebede, İtilaf Devletlerinin esas gayelerinden biri de bu idi.

Nihayet Üçlü İtilaf'ın elçileri ile devam eden görüşmeler, üçünün müşterek verdikleri nota ile sona erdi. Bu notaya göre üç devlet, bütün Harb-i Umumi müddetince tam ve mutlak bir tarafsızlık halini muhafaza etmesi şartıyla, Türkiye'nin toprak bütünlüğünü ve istiklalini tekeffül ediyorlardı. Öyle ki, bu müşterek notaya göre, Türk devletinin sadece harbe girmemesi "bîtaraflık" olarak kabul edilmiyordu. Böyle bir tarafsızlık, Türkiye'yi, milli müdafaası için kurmaya mecbur olduğu kuvvet ve teşkilat için muhtaç bulunduğu dış yardımdan tamamen mahrum bırakıyordu.

İtilaf Devletleri'nin teküffülünü geçerli kılabilmek için tatbik edilecek bir tarafsızlık, Türkiye'yi kendi kendini müdafaa edemeyecek bir geriliğe ve acze mahkum ediyordu. Rusya'nın ihtirasları ve İngiltere'nin kötü niyetleri ile bir kat daha şüpheli hale gelmiş olan bir tekeffüle memleketin talihi bağlanamazdı. Esasen bize çok pahalıya oturmuş bir acı tecrübeler silsilesi, bizi ikaz etmekte idi.

Sulh zamanlarında bile Osmanlı bütünlüğüne ve istiklaline en öldürücü darbeleri vurmuş olanların, hele bir de savaştan zaferle çıktıktan sonra, verdikleri sözlere riayetlerinin daha öncekilerden başka türlü olacağına nasıl inanabilirdik? Geçmişte olanlar, gelecek için tatlı hayaller beslememize imkan bırakmıyordu.

İtilaf Devletleri'nin Sevr Muahedenamesi ile açığa vurulan kötü niyetleri, suikastleri, karanlık ve kanlı ihtirasları, ne dün doğan şeyler, ne de Harb-i Umumi'nin neticeleridir. Onlar, Harb-i Umumi'yi doğuran sebeplerin en mühimlerinden oldukları gibi, bugün devam eden savaşın da sebebidirler. Yine onlar, Türkiye'nin son asırlarda, elîm bir mecburiyetle girişmek zorunda kaldığı üzücü harplerin de sebeplerini teşkil eder.

Bundan başka, 1914 senesi ile 1919 arasındaki fark, 1914'te aynı millî tehlikenin şimdi olduğu kadar açıklıkla görülmeyişidir. 1914'te Sevr Muahedenamesi yazılmamıştı; onun için 1919'da olduğu gibi, tehlike, kitap şeklinde okunamazdı.

Türkiye'nin tarafsız kalabilmesi, ancak varlığını korumaktan vazgeçmesi şartıyla mümkün olabilirdi. Türkiye savaşa vakitsiz girdi. Fakat bu, onun harpte takip ettiği yolun yanlış olduğunu göstermez.

1914'te Türkiye'nin Almanya ile akd ettiği ittifakı ve Avusturya-Macaristan ile işbirliğini bir hata, bir suç olarak görmek; bugün Bolşevik Rusya ile Türk devletinin akd etmiş olduğu ittifakı bir hata, bir suç saymak kadar, hatta ondan daha büyük bir yanlışlığın eseridir. Türkiye'yi harbe katıldığından dolayı itham etmek, milli varlığını korumak için mücadeleye giriştiğinden dolayı itham etmek demek olur.

Eğer Türk milleti bugün hâlâ mücadele edebiliyor ve Cenab-ı Hakk'ın inayeti, muazzez ve mübeccel evladlarının fevkalade fedakarlığı ile kendisine hür ve imanlı bir gelecek temin edebiliyorsa; bu sırf, 1914'te kendisine terettüp eden ulvi vazifeyi idrak ederek, mücadele edeceği kuvvetlerin büyüklüğü önünde herhangi bir tereddüde düşmeden, vazifesini elinden geldiği kadar güzelce ifâ eylemiş olmasındandır."