31 Mart olayı ve bugünkü rol değişimi

Tarihi, boş sözlerle yâd etmeyi bırakıp, anlama ve öğrenme çabası içine girmezsek, bize sunulanlarla yetinirsek, önümüze konanların doğruluğundan şüphe etmez, bağlantıları anlamaya çalışmazsak, şu an içinde bulunduğumuz bilgi kirliliğinden ve rahatça yönlendirilmekten kaçmamız mümkün olamayacak sanırım.

Osmanlı Devleti yıkıldı, Türkiye Cumhuriyeti kuruldu derken, biri tamamen ve tüm izleriyle ortadan kalktı ve sonra diğeri tamamen beyaz bir sayfada başladı demek de zor. Tarihin akışıyla birlikte, önceki birçok tartışmamız ve niteliğimiz de aynen aktarıldı aslında. Bugün tartışılan birçok olgunun geçmişi eski, 100-150 sene önce de gündemdeydi birçoğu. Bu sebeple, geçmişi bir "hatıra kartpostal"ı gibi değil de, bir "kıssadan hisse" gibi okumak en doğru olanı.

31 Mart olayını ele alalım. Belli bir klişeye mahkûm ve yanlış aktarılmaktan malul bir tarihi gerçeklikle karşı karşıyayız. Bu yanlış aktarma, aslında olayı da bir bakıma "adi bir vaka"ya indirgemiş oluyor. Olay örgüsü ve neden-sonuç ilişkisini anlamayı güçleştiren bir örtü iniyor üzerine böylelikle.

Geçtiğimiz haftalarda yıldönümü olması vesilesiyle gündeme gelen 31 Mart olayını inceleyelim. Şu an içinde bulunduğumuz süreçle benzeşen yönleri de olmakla birlikte, sürekli olarak bir "gerici" ayaklanma olduğundan bahsedilmiştir. Elbette, burada sözü edilen "gerici" olması durumuna karşı bir antitez üretmekten ziyade bu olayın asıl sebebi bizim ilgimizi çekmektedir.

Bilindiği üzere, İttihat ve Terakki'nin denetleme iktidarına muhalif bazı unsurlar, 13 Nisan 1909 günü İstanbul'da ayaklanmışlardır. Bu unsurlara ve sahip oldukları ilişkilere bakmak gerçeğe daha çok yaklaştırabilir bizi. İttihat ve Terakki, Almanya'ya yakın bir politika takip ediyor, savunduğu ulusçuluk (Namık Kemal'in Türkçülük konusundaki söylemleri çok etkili olmuştur. Ancak, sonradan bu "ulusçu" söylemin de İmparatorluğu yaşatmayacağı, tersine etnik unsurları harekete geçireceğini anlamışlardır. Bunun yerine, Osmanlıcılık fikrini ikame etmişlerdir.) fikri sebebiyle de İngiltere'yi karşısına almış bulunuyordu. Tahmin edileceği üzere, bir sömürge imparatorluğu olan İngiltere için bir kabûstan farksızdır "ulusçuluk" söylemi. Bu sebeple, İttihat ve Terakki'nin muhalifleri İngiltere tarafından desteklenmiştir.

Bu muhaliflerin en başında ademimerkeziyet fikriyatının ateşli savunucusu Prens Sabahattin geliyordu. Çok ayrıntıya girmemek kaydıyla, Ahrar Fırkası (ki bu fırka da sıkı bir ademimerkeziyetçiydi), Serbesti gazetesi (31 Mart 1909 günü kendi ifadesiyle "Bizi bizden ziyade" düşünen İngilizlerin öğütlerine yer veriyordu. Bir keresinde de, İttihat ve Terakki'ye muhalefet etme pahasına Rumlar'ın Türkler tarafından katledildiğini yazmıştı. Tabii, sonradan bu iddia asılsız çıktı), Volkan gazetesi (Olayların baş sorumlusu olarak görülen Derviş Vahdeti'ye aittir) ve Mizan gazetesi başlıca muhalifler olarak sayılabilir. Bir de yardımcı unsurlar vardı elbet, bunlar da medrese öğrencileri (askerlik yapmak istemiyorlardı), kadro dışı bırakılan alaylı subaylar (mektepli subayların nüfuzunun artmasıyla eskisi gibi itibar görmüyorlar ve meslekte ilerlemelerinin önü kesiliyordu) ve Arnavut milliyetçileridir (Ahrar fırkasının ademimerkeziyetçiliği ve İngilizci niteliğinin bağımsız veya özerk bir Arnavutluk için teminat olması)

Sürekli olarak "gerici" bir ayaklanma olarak sunulan 31 Mart olayında, "Şeriat isteriz!" sloganları dini kullanarak asıl amacı gizleme, örtbas etmenin bir vasıtasıdır aslında. Asıl amaçlanan, İttihat ve Terakki'yi askeri bir darbe ile alaşağı etmektir. Baş sorumlulardan biri olan Derviş Vahdeti de bunu Divan-ı Harp'teki "31 Mart'taki karışıklığın irtica değil, bir fırka kavgasından ibaret olduğunu zannederim" (Sina Akşin, Jön Türkler ve İttihat ve Terakki) sözü ile teyit eder. İktidardakilerle muhalefettekilerin ve onların da perde gerisindeki destekçilerinin giriştiği bir güç kavgasının yansımasıdır yaşananlar.

Bugünle benzer yanına gelince (ki "bire bir aynı" veya "çok benziyor"dan ziyade "benzer yönler var"ın bir ifadesi olarak), benzer bir nitelik olarak güç odaklarının çatışmasını sayabiliriz. Farklı bir nokta olarak da, bir "rol değişimi" olduğu da muhakkak... Eskiyen aktörler, yenileriyle değişmek zorunda. O dönemde, İttihat ve Terakki'nin Almancılığı ve İngiltere tarafından desteklenen bir muhalefet söz konusuyken, bugün için Atlantik ötesine yakın duranlarla Avrasyacılık peşinde koşanların güç kavgası yaşanıyor demek yanlış olmaz sanırım. Alternatif arayışlarının neticesinde olur olmaz (dış kaynaklı) müdahalelere maruz kalmak kaderimiz olsa gerek. (bkz. 27 Mayıs, 28 Şubat) Tarihe göz gezdirip bugüne baktığınızda, "temiz eller" operasyonuyla değil de bir "tasfiye" ve "yenisini ikame" etme haliyle karşılaşmıyor muyuz?

Burak Kıllıoğlu


Konular