Dünün ve bugünün “intikam mantığı”

Bir Fikir Adamının Romanı: Ziya Gökalp isimli eser, geçtiğimiz günlerde Nobel yayınlarından çıktı. Mehmet Emin Erişirgil’e ait eser, Prof. Dr. Aykut Kazancıgil ve Prof. Dr. Cem Alpar tarafından yayına hazırlanmış.

Kitabı okudum, okumanızı tavsiye ederim.

Osmanlı devletinin yenilgiyi kabul ettiği günlerde, Ziya Gökalp, Edebiyat Fakültesi Reisi (Dekan) M. Emin Erişirgil’e, vasiyet gibi olan şu sözleri söylüyor: “Düşmana mağlup olmakla İttihat ve Terakki mantığı iflas etmiştir. Bu mantığın tam tersi Hürriyet ve İtilaf mantığıdır. Bugün değilse yarın bu mantığın hâkim olması kuvvetle muhtemeldir. Bu mantık, intikam mantığıdır; hâkim olduğu zaman birçok suçsuz vatandaş türlü eza ve cefaya uğrayacaktır. Yalnız bununla kalmayacak, memleket büsbütün elden gidecektir. Şimdi sizin gibi İttihat ve Terakki mantığına iştirak etmemiş, fikrinde bağımsız kalmış olanlara düşen vatani bir görev var: Birleşiniz, bu intikam mantığına meydan vermeyiniz.” Sayfa 151, 152.

Kitabı yayına hazırlayan profesörler, “intikam mantığı”nın altına öyle bir dipnot düşmüşler ki, bu dipnotun kitapta kalmasına gönlüm razı olmadı.

Sayın Erdoğan’ın 1 Mart Tezkeresine hayır oyu veren milletvekilleri liste dışı bırakmasını da bir kenara not ederek, bu müthiş dipnotu okumaya başlayalım:

Aslında Osmanlı İmparatorluğunun yenilgiyi kabul ederek (Ekim 1918) İttihatçıların iktidardan çekilmesinden hemen sonra oluşan ve burada bahis konusu edilen “intikam mantığı”, Mütareke yıllarına has ilginç bir psikolojik ortamdır; bunu meydana getiren çeşitli iç ve dış etkenler vardır.

İç etkenlerin en önemlisi, İttihat ve Terakki’ye karşı büyük bir düşmanlık hissi ile dolu olan bazı devlet adamları ile Hürriyet ve İtilaf kadrolarının –başta Damat Ferit Paşa olmak üzere- iktidara hâkim olmalarıydı. Bu kadro, Mütareke döneminin ağır şartlarına ve fiili işgal haline rağmen yalnızca İttihatçılarla olan eski karşıtlıklarını ve kinlerini ortaya koymuş ve öç almayı politik amaç olarak kabul etmişti. Ayrıca, yeni filizlenen Milli Mücadeleyi de bir İttihatçı eylemi gibi kabul ederek, ona karşı da şiddetle cephe almış

lardı. Nitekim bu yöndeki propaganda Atatürk’ün Sivas Kongresinde bu konuda açık söz vermesine ve yemin etmesine neden olmuştur. Ayrıca İstanbul’da, özellikle iç sorunlara yönelmiş, “İttihatçılar temizlendikten sonra nasıl olsa adil bir sulh olacak” sloganını yayan, güçlü parasal desteğe sahip bir basın da oluşmuştu.

Bu zihniyete göre, sulhun olabilmesi galiplerin iyi niyetine terkedilmişti. Bilindiği gibi, bu anlayış neticede Sevr Antlaşması’na varmıştır.

Dıştaki “intikam mantığı” ise bambaşka tarihi şartlara dayanıyordu. Birinci Dünya Savaşı’ndan, hatta 1908’den önceki dönemde. Osmanlı Devleti’nin parçalanması büyük sömürge imparatorlukları tarafından planlanıyordu; aynı hesaplar savaş içinde de yapılmıştı. Artık Tanzimat ile Berlin Kongresi arasındaki yıllarda olduğu gibi, Osmanlı İmparatorluğu’nun bütünlüğünün korunması İngiltere, Fransa ve Rusya için gerekli değildi. Ayrıca 1908’den ve özellikle 1912’den sonra Osmanlı Devleti, Müslüman uyrukları olan büyük sömürge devletleri için tehlikeli bir gelişme gösteriyor: İttihat ve Terakki dönemindeki güçlü ulusçuluk akımına ilaveten savaş esnasında kapitülasyonların kaldırılması, Milli İktisada yönelim, vb… o yıllardaki tek bağımsız Müslüman devletin politikası olarak Osmanlı deneyi, zararlı bir model oluşturuyordu. Birinci Dünya Savaşı’nda Almanya-Avusturya kısa sürede yenildikten sonra tarafsız kalacak bir Osmanlı Devleti için bu paylaşma nasıl olsa olacaktı. Bu şartlar altında Osmanlı Devleti’nin savaşa katılması İngiltere, Fransa ve Rusya için hiç beklenmedik gelişmelere neden oldu. Nitekim savaşın başında Başbakan Asquith’in “Osmanlı Devleti kılıçla ortadan kaldırılacaktır” veya savaş bakanı Kitschner’in: “Türkiye’yi mahvedinceye kadar savaşa devam edeceğiz” gibi beyanları belirli bir planın bozulmasına karşı tepkidir.

Osmanlı devletinin savaşa girmesinin çeşitli etkileri olmuştur. Bunlardan en önemlisi, Çanakkale Zaferi’dir. Boğazların kapalı tutulmasının sonuçları çok yönlü olmuş, önce teknik yardım alamayan Rus orduları, Avusturya üzerindeki baskılarını başarıya ulaştıramamışlar; sonra Ekim 1917’de Rus İhtilali ile Rusya saf dışı kalmış, nihayet savaşın çabuk sonlandırılması gerçekleşmeyince çarpışmalar iki yıl daha sürmüştür; belki de Amerika savaşa girmeseydi, sonuç başka şekilde olacaktı. Bunun yanında Çanakkale başarısı, Kut-ül Amare’de bütün bir İngiliz garnizonunun esir edilmesi, sömürgelerde önemli bir prestij kaybına neden olmuştu.

İkinci etki, sonuç başarılı olmasa bile Cihat ilanı ile Müslüman ülkelerinde sömürgeci devletlere karış gelişen tepkilerdir. Bunların ağırlığı hem savaş esnasında hem de savaştan sonra belirli hale gelmiştir. Bütün bu gerekçelere dayanarak gelişen dış kaynaklı “intikam mantığı”na bir de Ermeni tehciri ve azınlıklar konusu ekleniyordu.

Böylece, ortaya intikam alınması gerekli bir devlet ve harp suçluları kavramı çıkıyor; burada savcı ve yargıçlık görevi L. George ve hükümeti tarafından yapılıyordu. Milli Mücadele’nin başarısı ve Lozan Barış Antlaşması bu yaklaşım tarzını bilindiği gibi tasfiye etmiştir. İşin diğer bir yanı, Mütareke başlarında bir ümit kapısı gibi görülen Wilson prensiplerinin de uygulanmaması –direnmekten ve savaştan başka çare olmadığını baştan kabul eden Milli Mücadele kadroları dışında- Türk insanında büyük bir haksızlığa uğramış olma hissi yaratmasıdır.

Burada dikkati çeken bir davranış, o dönemde yurt dışında yaşayan Türklerin reaksiyonlarıdır. Bunların bir kısmı toplu hareketlerdir (örneğin, Cenevre Türk Talebe Cemiyeti’nin Avrupa gazetelerine gönderdikleri açıklama mektupları gibi). Asıl ilginç olan diğeri, tek tek kişilerin (örneğin, N.R. Belger), Avrupa’daki yayınlarıdır. Erişebildiğimiz kadarla bu alanda bir inceleme bulamadık. Ancak, bunların biri son yıllarda Türkçeye aktarılmıştır (Ahmet Rıza: Batı’nın Doğu Politikasının Ahlaken İflası, Paris, Haziran 1922, açıklamalarla çeviri Ziyad Ebüzziya, İstanbul, 1982).

Edebiyat Fakültesi Reisi (Dekan) Erişirgil ile Gökalp arasındaki bu konuşma uygulama alanında da gerçekleşmiş; Erişirgil bu dönemde İstanbul’da toplanan son Osmanlı Mebusan Meclisi’ne Niğde milletvekili olarak girmiştir.

Konular