Siyonist Yahudi’nin hesabı
Duygusal dalgalarla yaşanan bir dünyada sağlıklı sonuçların nasıl oluşacağı üzerinde pek düşünülmüyor. Anlık durumlar insanlara heyecan veriyor, ardından nasıl bir sonucun çıkacağı da kestirilemiyor. Sömürgeci egemen sermaye, ya da siyasal egemen güçler oyunlarını ustaca sergilerler. Bu oyunda izleyiciler, seyirciler para, zaman ve emek vererek bu dolaylı oyuna katkıda bulunurlar. Asıl figüran onlardırlar. Oyunda yer alan baş aktör, diğer oyuncular bu kitleleri peşinden sürüklerler. Oyunun arka planındakiler hiçbir zaman öne çıkmazlar.
Ortadoğu dünyanın ruh merkezi. Peygamberler yurdu ve toprağı. Bu coğrafya üzerindeki büyük çekişme insanlık tarihinin başlangıcına dayanır. Peygamberlerin birer mazlum olduğu gerçeği göz ardı edilmemeli. Burada bir kavmin de Peygamberlerin getirdiği uygarlığa karşı verdiği savaş sürüyor. Bu, böyle kalmayacak sürmeye devam edecek.
Yedi İklim dergisi Kudüs Özel sayısında [1996 Haziran Temmuz, nr. 75-76] Robert John'un "Balfour Bildirisi'nin Ardından" adlı önemli bir makalesi yer alır. Makaleyi dipnotlarla zenginleştirerek Prof. Dr. Aykut Kazancıgil çevirdi. Bu uzun makale önemli ayrıntılarla dolu. Siyonist İsrail devletinin kuruluş süreci, sahnelenen oyunların hangi yöntemleri kullandığı açıkça görülüyor. "Balfour Bildirisi" dünya tarihinin dönüm noktalarından birini oluşturur. Bu işin içinde İngiltere krallığı başta olmak üzere, dönemin en güçlü kuruluşları da yer almakta. İngiltere Kralı V. Georg'un Rothscild gönderdiği mektup için Arthur Koestler şöyle der: "Bir millet büyük bir ciddiyetle ikinci bir millete, üçüncü milletin toprağını vaadediyor." (s.83.) Bunun açıklaması şudur: İngilizler, Siyonist Yahudilere Filistinlilerin topraklarını vaat ediyor. Buradaki vurgulara dikkat edersek, İngiltere Krallığı Yahudi devletinin kuruluşuna öncülük ediyor. Daha da önemlisi bir cümle daha bunun ardında yer alıyor. "Vaat edilen bu toprak dördüncü bir milletin imparatorluğunun yani Türkiye'nin bir parçasıdır." (s.83) Burada çıkan sonuç oldukça önemli. Türkiye geçmişten beri tarihin kendisine yüklediği bir sorumluluk var. Türkiye, Osmanlı Devleti'nin bir devamıdır. Osmanlı'dan koparılan Müslümanlara ait coğrafyaya karşı sorumluluğu sürüyor. Filistin toprakları halk olarak Filistinlilere ait, fakat bölge sorumluluğu Osmanlının.
Nasıl ki geçmişte İngilizler bugün ise Abede Siyonist Yahudilere hamilik yapıyorsa, Türkiye de Filistin halkına hamilik yapma sorumluluğunda. Bunda: "Bana ne?" deyip geçemez.
Makalede: "Dünyanın en büyük imparatorluklarından birinin Musevilere Filistin'de ulusal bir yurt kurmaları için verdiği destek Theodore Herzl'in (1860-1904) planlarının ve girişimlerinin bir sonucudur." (s. 83.) Bunu yaparken de nasıl bir yol izleneceğine dair sistemli planları da mevcut. "Musevilerin yaşadıkları ülkelerden sürekli göç ettirilmeleri olayını kullanarak, bu sorunun nasyonal sosyalist bir yapı içinde onlara ait özerk bir toprağa sahip olmaları düşüncesine yöneltmeyi amaçlayan bir program önermiştir." (s. 83) O dönemde bilindiği üzere gerek nasyonalizm, gerek sosyalizm düşüncesinin tırmandığı görülür. Bunların yükselişlerinin birer rastlantı olmadığı da anlaşılır. Makalenin ileriki bölümlerinde buna ilişkin önemli bilgiler yer alıyor. Dünyanın çeşitli yerlerinde yaşayan Musevilerin göçe zorlanmaları için kendilerine zulmedilmesi yöntemine başvuruluyor. Sovyet Rusya'da, Polonya'da, Almanya'da.
Sürekli olarak ifade ettiğimiz Siyonizm nedir?: " 'Siyon' harita üzerinde bir yer ifade etse de, hem modern, hem Siyonistlerin efsanelerinde olduğu gibi, geleneksel efsanelerde de bir ütopya kavramı olarak kullanılır. Bu ütopya, ülkelerinden (yani Filistin'den) sürgün edilip dünyanın dört bir yanına 'Dağılan', baskı altında tutulmuş ya da başka kültürler içinde eritilmeye çalışılmış Musevilerin bu konumlarının kabul edilemeyecek olan gerçeklerinin tam tersini ifade eder." (s. 83). Burada, bu kavramın tanımlanması ayrıntılarıyla yapılıyor. Yer olması, ütopya olması, yeryüzündeki Yahudileri örgütleme ve Filistin'e yerleştirmenin yöntemi olarak beliriyor. Bütün bunların ilk örgütleyicisi Theodore Herzl oluyor. Bunun üzerinde ayrıntılı duracağız. Bu, önemli bir konu. Çünkü duygusal bir karışıklıktan ötürü bir şeyler görülemiyor.
Siyonistler bir Yahudi devletini kurmaları konusundaki güçlükleri bildiklerinden çok yönlü bir siyaset güderek işlerinin kolaylaştırılmasının yollarını arıyorlar. Bunda da başarılı oluyorlar. Bu dönemde pek çok Hıristiyan ve Mesih'e inanan grup eski günlerine ve Kudüs'e dönmeyi dilemekte. Theodore Herzl Papaz Hechler'e: "Kudüs'e gittiğimde sizi de götüreceğim." [Yedi İklim, Kudüs özel sayısı, nr. 75-76, s. 84] Theodore Herzl öncülüğünde Sultan Abdülhamit ile ilişkileri iyi götürme düşüncesi bakın hangi yollara başvuruluyor? "Herzl Brüksel ve Londra'ya göç etmiş, Türkiye'deki baskıcı rejime bir son verilmesini ve reformlar yapılmasını isteyen Ermeni komitelerindeki kıpırdanmaları bastırmak için çalışarak, bazı aracıların da yardımıyla, Türk sultanının [Abdülhamit'in] ilgisini çekmenin yollarını arar; örneğin, Londra'daki kamuoyunu sakinleştirmek için basında Ermeni sorunu hakkında bir kampanya başlatır. Ama Filistin için Sultan'a para önerdiğinde, Sultan kendisine halkının bu toprakları kanıyla aldığını ve bu ülkenin onların olduğunu söyler. 'Museviler milyonlarını kendilerine saklasınlar. Eğer bir gün benim imparatorluğum parçalanırsa, belki de Filistin'e bir tek kuruş ödemeden sahip olacaklar ama ancak cesedimizi parçalayabilirler. Canlı canlı bölünmemize asla izin vermem.' " (s. 84) der. Bu işler için Avusturyalı gazeteci Nevlisky'i kullanır. Önce toprakların satın alınmasını, bu teklif reddolununca doksan yıllığına kiralanmasını teklif eder, bu da kabul görmez. Bütün bunlar Basel Protokolünde planlanır. 1899'da İngiltere'de "Musevi Cemaatler Ortaklığı (Jewis Colonial Trust adında biri İngiliz şirket kurarak, dünyanın finans merkezi olarak Londra saygısını göster[ir]" (s.85.). Herzl yorulmak bilmeden çalışmalarını sürdürür. Sultan Abdülhamit'ten ret cevabını alınca dikkatlerini başka yönlere çevirir. O sırada 1898'de Alman Kayzer Filistin'i ziyaret eder. Ona, yakın Doğu'da Alman çıkarlarını gözeteceğine söz verir. Aynı türden bir sözü de İngiltere Kralı Edward'a verir. Papa ve Vatikan'a kendilerine destek verirlerse Hıristiyanların kutsal yerlerine saygı göstereceğinin sözünü verir.
Burada dikkatimizi çeken çok önemli bir husus daha var. "İçişleri bakanı aracılığıyla görüştüğü Çar'dan Rusya'daki Musevi nüfusunu azaltacak önlemler alması karşılığında harekete hem manevi hem de maddi destek sözü alır." (s.85) Çarlık Rusya'sında Musevilere baskı yapılmaya başlanır, onlar Rusya'yı terk etmeye başlarlar. Çoğunlukla İstanbul'a gelirler. İstanbul sokaklarında perişan olan Musevilerin durumuna Sultan Abdülhamit acır. Haham Mario Levi'yi çağırtır. Musevilerin bu perişan hallerine üzüldüğünü, onları Anadolu'nun çeşitli yerlerinde iskân etmeyi, maddî ve manevi ihtiyaçlarını karşılamayı, bunun için ne yapılması gerektiğini sorar. Mario Levi, bunu yetkili kurullarda görüştükten sonra cevap vereceğini söyler. Bu konu Herzl ile görüşülür, o da bunu reddeder. Levi bir daha gelmez. Zaten bundan sonra Sultan Abdülhamit'in tahttan indirilme süreci başlar.
Tabiî bunu daha çok İngiltere üzerinden yürütüyor. "İngiliz yetkilileri Siyonist programın incelenmesi amacıyla güçlü devletlerin toplanması ve bir konferans yapılması isteğini dile getiren Daily Chroncile ve Pall Mall Gazette gibi güçlü basın organları aracılığıyla, Sina yarımadasında, o zamanki Türk Mısır sınırında (Bugünkü Gazze şeridi sınırında) Mısır topraklarında bulunan el-Ariş'te olası bir Musevi yerleşim konusunda anlaşmak istediklerini göstermişlerdir." (s. 86). Bu faaliyetler sürerken sürgün ettirilmiş olan Yahudilerin yerleştirilmesi konusu var. Bu, oldukça önemli. Sultan Abdülhamit'in önerisini kabul etmeyen Siyonistler onların bir an önce Filistin'e yerleştirilmelerini arzu etmekteler. Aralarında bir grup Arjantin'de büyük toprak alınabileceğini, burada bir koloni oluşturulabileceğini düşününler var. Fakat bu kabul görmüyor. Fakat "Bu sırada 1903 yılının ilkbaharında Doğu Afrika'daki İngiliz topraklarına yaptığı bir ziyaret dönüşünde, Başbakan Joseph Chemberlain Herzl'e Kenya yerleşim bölgelerine Musevilerin yerleşmesi önerisini getirmiştir ama Herzl aralarındaki bir yanlış anlaşmadan dolayı söz konusu yerin Uganda olduğunu zannetmiş." (s. 86) kabul etmemiş. Aslında bu "Uganda projesinden" cesaret alan Herzl bu bölgeyi geçici bir sığınak düşünerek kabul eder. Bu tarihte de ani bir kalp krizi geçirir ölür. Onun yerini David Wolfshon (Litvak) Herzl'in yerini alır.
İttihat ve Terakki
Siyonist Yahudiler süreci, oldukça dikkatli ve ustaca kullanırlar. Her aracı nasıl devreye sokacaklarının hesabını yaparlar. Bunun gerçekleşebilmesi için tek Hedef Osmanlı Devleti'dir. Çünkü muhatap ve aşılması gereken tek güçtür. Sonuçta Filistin toprakları Osmanlı Devleti'nin sınırları içindedir. Dönem içinde kullandıkları araçlar ve kavramlar titizlikle seçilir. Bu topraklara sahip olabilmenin yol ve yöntemine azami dikkat edilir. "Musevilerin yurtlarının yerini efsanevi anlamda bir 'tarihsel bağ'dan ileri gelen hak istemenin değil koşulları belirlemesi gerektiğini ileri sürerler." (s. 87). Burada önemli olan öncelikle koşulların oluşturulması gerektiği düşüncesi öne çıkıyor. Bunun içinde Osmanlı Devleti'nde bu süreci tıkayan Sultan Abdülhamit'in devre dışı bırakılması gerekmekte. Peki bu nasıl olacak?: "Türkiye'de Jöntürkler'in (İttihat ve Terakki Komitesi) 1908 devrimi aslında 'yabancı' etkisine karşı bir halk hareketidir. Bu arada, Museviler ve 'Dönmeler' ismiyle tanınan kimlikler gizli Museviler bu devrimde önemli rol oynarlar." (s. 86.). İttihat ve Terakki hareketinin süreci iyi irdelenmeli. Çıkış noktası Selanik'tir. Bu eyleme öncülük eden örgütlerin başında da Masonlar gelmekte. Görüldüğü üzere bunun bir "Halk" hareketi olarak nitelenmesidir. Öyle bir dalga estirilir ki dönemin önemli İslâmcı aydınları bile bu oyunun tuzağına düşerler. İçinde yer alırlar. Sultan Abdülhamit'e karşı büyük bir kampanya başlatılır.
Tabii ki buna maddi kaynaklar gerekmekte. Üstelik bunlar yapılırken Osmanlı devletinin ve ülkesinin imkânlarından da yararlanılır. "Siyonistler Türkiye'nin başkentinde [İstanbul'da], İngiltere-Filistin bankasının bir şubesini açarlar ve bu banka Osmanlı İmparatorluğu'ndaki genel karargâhları olur. Beyrut'tan Victor Jakobson, görünüşte İngiltere-Filistin şirketinin temsilciliğini yapmak için, aslında Türk Musevilerinin propagandasını yapmak üzere getirilir." (s. 86)
"1911'deki 10. Kongre'de, Herzl'in yerini alan David Wolffshon konuşmasında Siyonistlerin asıl istediklerinin bir Musevi Devleti değil bir yurt (homeland) olduğunu belirtirken Max Nordau Siyonistlerin, Filistin'i ele geçirmek amacıyla Türkiye'yi zorlamak istediklerini ...görevlerinin Türkiye'yi aksine inandırmak olduğunu... ve dünyada kendini feda etmeye hazır Siyonistlerden daha yüce gönüllü arkadaşlar olmadığını düşündüklerini ileri sürenlerin, alçak iftiracılar olduklarını ileri sürer." (s. 86, 87) Nasıl dikkatli bir dil kullandıkları burada açıkça görülmektedir. Kimi çevreleri ürkütmemek adına özenli davranıyorlar. Fakat İttihat ve Terakki çevresinin ağızlarından kaçırdıkları, davranışları onları ele vereceği telâşına kapılıyorlar. "Özellikle Balkanlar'da çıkan karışıklıkların Osmanlı İmparatorluğunu yıprattığı dönemde, Jön Türklerin Siyonist hareket sıcak baktıklarını söylemeleri kuşkulara neden olur." (s. 87).
Osmanlı Devleti'nde, dikkati olan kimseler elbette var. Bu tedirginlik ister istemez önemli bir sorun haline gelir. Bunun için bakın neler yapılıyor: "Türkler Musevi'lerin Filistin'e gelmelerini engellemek için her şeyi yaparlar. Ama bu engelin bir bölümü, gizlice el altından bazı Türk memurlarının satın alınmalarıyla aşılır" (s. 87.) Bir yandan bunlar yapılırken bir yandan da Osmanlı Devleti'nin Filistin'deki gücünün kırılması gerekmekte. Bu da ancak İngiltere, Fransa, Almanya ve Rusya'nın yardımıyla olabilirdi. Dikkat edilmesi gereken bir husus Almanya'nın Osmanlı Devleti'nin bir müttefiki olması. Demek ki her ulusa bir görev düşmekte. Makalenin ilerleyen bölümünde kimi sorunlar Osmanlı Devleti'nde görevli isimler üzerinde yapılmakta. "1913'deki Onbirinci Kongre sırasında Siyonist yönetim adına konuşan Ott Warburg Türkiye'ye karşılıklı dürüstlük güvencesi verir ve Siyonistlerin, Filistin'e Musevilerin yerleşmelerini sağlayıp buradaki kaynakları geliştirerek Türk imparatorluğuna katkıda bulunduklarını sözlerine ekler." (s. 87)
Sevgili okurlarım, dostlarım bu yazı dizisi uzayıp gidecek. Bugün burada kesiyorum. İleride bu makaleye devam edeceğim. Konu önemli. Bu ayrıntılar bugün için size bir şeyler çağrıştırmıyor mu dersiniz. Aslında bu süreç ayrıntılarıyla bilinse bugün ne olur olup bittiği çok daha iyi anlaşılacak.
Çanakkale Savaşı
Bu yazı dizimize bir süre ara vereceğimizi belirtmiştik önceki yazımızda. Ancak gelen bir ileti bu yazı sürdürmemizi zorunlu kıldı. Okurlarımızdan gelen olumlu tepkileri bir yana bırakıyoruz. Tepki veren olasıdır ki bir Musevi, Niri Offman: "Osmanlı bitti tarihin karanlık helâsına atıldı ve üstüne de sifon çekildi, siz hâlâ Osmanlı ile uğraşıyorsunuz, ne kadar hayalperestsiniz sizler hangi dünyada yasıyorsunuz ???? Medeni şeylerle uğraşacağınıza böyle abuk sabuk şeylerle uğraşıyorsunuz.!!!!" İleti bu. Üslup da ancak onlara ait olabilir. Çünkü onlar sınır tanımazlar. Tabiî onların üslubu ile konuşacak değiliz. Burada Osmanlı'yı anlatmaktan çok Yahudilerin İsrail devletinin kuruluş sürecindeki senaryoları, dünyanın çehresini değiştiren entrikalarını anlatmak içindir. Türkiye'yi ve bugünümüzü tanımlamak açısından bu bölüm çok daha önemlidir.
Yazımızın bu bölümünde siyasi ve savaş tarihlerinde yer alamayan ve bu büyük savaşların nedenlerini ortaya koyan çok önemli ayrıntılar var. İngiliz emperyalizminin ruhunda da Siyonizm vardır. Şöyle ki Çanakkale Savaşı, İngiliz Emperyalizminin Osmanlı'ya olan savaşı olarak düşünülür genelde. Oysa söz konusu makalede bakın nasıl önemli bir ayrıntı var. "Bir tatilden sonra Mısır'a dönmek üzere 3 Ağustos sabahı saat 11.30'da Londra'yı terk eden Lord Kitchener, yolda Douvers'de yakalandı ve War Office'te görev aldı. Savaş kurulunun ilk toplantısı sırasında, meslektaşlarına, denizde değil, fakat karada kazanılacak uzun bir mücadelenin başladığını açıkladı. Bu mücadelede, İngiltere'nin, yıllarca savaş alanında kalabilecek, milyonlardan oluşan bir ordusu olacağını da ekledi. Sıra Mısır'ın korunmasına geldiğinde ise Winston Chorchill, Mısır'ı korumak için en iyi yöntemin Gelibolu Yarımadası'na saldırmak olduğunu söyledi, çünkü bu iş başarıldığı takdirde, Çanakkale boğazının kontrolü İngiltere'ye geçecekti. Fakat bu operasyon oldukça zordu ve çok fazla insana ihtiyaç vardı. W. Churchill, Gelibolu'ya saldıracak gibi görünerek ve Hayfa'ya ya da Suriye taraflarında başka bir noktaya ayak basma alternatifini tercih etmişti." [s. 88] Bu bölümü uzun alışımızın nedeni, Çanakkale Savaşı'nın nedenlerini, İngilizlerin bu savaşı niçin başlatmış olduklarını öğrenmiş olmamız. Bu savaş çok yönlü ve çok amaçlıdır. Osmanlı devletinin dikkatini ve güçlerini Gelibolu'ya çekmek. Osmanlı Devleti Çanakkale savaşı ile uğraşırken Mısır'ın korunması, Osmanlı'nın oradaki gücünü azaltmak. Amaç zaten Filistin'e girişi kolaylaştırmaktır. Siyonist İsrail devleti oluşumunun kapısını aralamaktır.
270 bin Osmanlı askerinin Çanakkale'de şehit olması önemli bir güç kaybıdır. Balkanlardaki savaşları da buna katarsak nasıl bir yıpranma yaşandığı görülür. Halife İslâm dünyasının lideri olduğundan olası bir Cihad çağrısı bütün Müslümanların birleşmesi söz konusu olacağından, Arabistan Körfezinde bir tedbir alıyor. "Kitchener, Türklerin Mekke prensi ve hicaz hükümdarının kutsal görevini üzerine almasına izin verdikleri Hüseyin tarafından yönetilen bir Arap isyanını teşvik ederek, Doğu'daki İngiliz egemenliğini ve İngiliz-Hint kuvvetlerini etkileyebilecek olan Cihad'ı kullanmaya kalkışmıştı. 13 Ekim 1914'te, Kitchener, Mekke'deki oğlu Abdullah' 'Eğer Arap halkı bu savaşta İngiltere'yi desteklerse, İngiltere'nin; Arabistan'a müdahale etmeyeceğini ve Araplara dıştan gelen bir saldırı karşısında gerekli olan tüm yardımı kendisinin yapacağını garanti altına aldığını bildiren bir telgraf yollamıştır. Birinci dünya Savaşı'nda Arapların İngilizlere desteğini sağlamak amacıyla, Mısır'daki Yüksek Komiser Sir Henry McMahon aracılığıyla, Şerif Hüseyin ve İngiliz hükümeti arasında uzun süre bir mektuplaşma yapılmıştır. 24 Ekim 1915 tarihli mektup, Majestenin hükümetini, savaştan sonra Filistin'i bağımsız bir Arap devletinin sınırları içine almaya fakat bugün Lübnan adı altında tanınan bölgeyi ise bu sınırlardan çıkarmaya davet ediyordu." (s. 88). Görüldüğü üzere bütün hamleler İsrail Devleti'nin kuruluşu üzerinedir. Çanakkale savaşının çıkması, Arapların Osmanlı devletine karşı kışkırtılması, Mısır'ın işgali.
Ortadoğu dünyanın ruh merkezi. Peygamberler yurdu ve toprağı. Bu coğrafya üzerindeki büyük çekişme insanlık tarihinin başlangıcına dayanır. Peygamberlerin birer mazlum olduğu gerçeği göz ardı edilmemeli. Burada bir kavmin de Peygamberlerin getirdiği uygarlığa karşı verdiği savaş sürüyor. Bu, böyle kalmayacak sürmeye devam edecek.
Yedi İklim dergisi Kudüs Özel sayısında [1996 Haziran Temmuz, nr. 75-76] Robert John'un "Balfour Bildirisi'nin Ardından" adlı önemli bir makalesi yer alır. Makaleyi dipnotlarla zenginleştirerek Prof. Dr. Aykut Kazancıgil çevirdi. Bu uzun makale önemli ayrıntılarla dolu. Siyonist İsrail devletinin kuruluş süreci, sahnelenen oyunların hangi yöntemleri kullandığı açıkça görülüyor. "Balfour Bildirisi" dünya tarihinin dönüm noktalarından birini oluşturur. Bu işin içinde İngiltere krallığı başta olmak üzere, dönemin en güçlü kuruluşları da yer almakta. İngiltere Kralı V. Georg'un Rothscild gönderdiği mektup için Arthur Koestler şöyle der: "Bir millet büyük bir ciddiyetle ikinci bir millete, üçüncü milletin toprağını vaadediyor." (s.83.) Bunun açıklaması şudur: İngilizler, Siyonist Yahudilere Filistinlilerin topraklarını vaat ediyor. Buradaki vurgulara dikkat edersek, İngiltere Krallığı Yahudi devletinin kuruluşuna öncülük ediyor. Daha da önemlisi bir cümle daha bunun ardında yer alıyor. "Vaat edilen bu toprak dördüncü bir milletin imparatorluğunun yani Türkiye'nin bir parçasıdır." (s.83) Burada çıkan sonuç oldukça önemli. Türkiye geçmişten beri tarihin kendisine yüklediği bir sorumluluk var. Türkiye, Osmanlı Devleti'nin bir devamıdır. Osmanlı'dan koparılan Müslümanlara ait coğrafyaya karşı sorumluluğu sürüyor. Filistin toprakları halk olarak Filistinlilere ait, fakat bölge sorumluluğu Osmanlının.
Nasıl ki geçmişte İngilizler bugün ise Abede Siyonist Yahudilere hamilik yapıyorsa, Türkiye de Filistin halkına hamilik yapma sorumluluğunda. Bunda: "Bana ne?" deyip geçemez.
Makalede: "Dünyanın en büyük imparatorluklarından birinin Musevilere Filistin'de ulusal bir yurt kurmaları için verdiği destek Theodore Herzl'in (1860-1904) planlarının ve girişimlerinin bir sonucudur." (s. 83.) Bunu yaparken de nasıl bir yol izleneceğine dair sistemli planları da mevcut. "Musevilerin yaşadıkları ülkelerden sürekli göç ettirilmeleri olayını kullanarak, bu sorunun nasyonal sosyalist bir yapı içinde onlara ait özerk bir toprağa sahip olmaları düşüncesine yöneltmeyi amaçlayan bir program önermiştir." (s. 83) O dönemde bilindiği üzere gerek nasyonalizm, gerek sosyalizm düşüncesinin tırmandığı görülür. Bunların yükselişlerinin birer rastlantı olmadığı da anlaşılır. Makalenin ileriki bölümlerinde buna ilişkin önemli bilgiler yer alıyor. Dünyanın çeşitli yerlerinde yaşayan Musevilerin göçe zorlanmaları için kendilerine zulmedilmesi yöntemine başvuruluyor. Sovyet Rusya'da, Polonya'da, Almanya'da.
Sürekli olarak ifade ettiğimiz Siyonizm nedir?: " 'Siyon' harita üzerinde bir yer ifade etse de, hem modern, hem Siyonistlerin efsanelerinde olduğu gibi, geleneksel efsanelerde de bir ütopya kavramı olarak kullanılır. Bu ütopya, ülkelerinden (yani Filistin'den) sürgün edilip dünyanın dört bir yanına 'Dağılan', baskı altında tutulmuş ya da başka kültürler içinde eritilmeye çalışılmış Musevilerin bu konumlarının kabul edilemeyecek olan gerçeklerinin tam tersini ifade eder." (s. 83). Burada, bu kavramın tanımlanması ayrıntılarıyla yapılıyor. Yer olması, ütopya olması, yeryüzündeki Yahudileri örgütleme ve Filistin'e yerleştirmenin yöntemi olarak beliriyor. Bütün bunların ilk örgütleyicisi Theodore Herzl oluyor. Bunun üzerinde ayrıntılı duracağız. Bu, önemli bir konu. Çünkü duygusal bir karışıklıktan ötürü bir şeyler görülemiyor.
Siyonistler bir Yahudi devletini kurmaları konusundaki güçlükleri bildiklerinden çok yönlü bir siyaset güderek işlerinin kolaylaştırılmasının yollarını arıyorlar. Bunda da başarılı oluyorlar. Bu dönemde pek çok Hıristiyan ve Mesih'e inanan grup eski günlerine ve Kudüs'e dönmeyi dilemekte. Theodore Herzl Papaz Hechler'e: "Kudüs'e gittiğimde sizi de götüreceğim." [Yedi İklim, Kudüs özel sayısı, nr. 75-76, s. 84] Theodore Herzl öncülüğünde Sultan Abdülhamit ile ilişkileri iyi götürme düşüncesi bakın hangi yollara başvuruluyor? "Herzl Brüksel ve Londra'ya göç etmiş, Türkiye'deki baskıcı rejime bir son verilmesini ve reformlar yapılmasını isteyen Ermeni komitelerindeki kıpırdanmaları bastırmak için çalışarak, bazı aracıların da yardımıyla, Türk sultanının [Abdülhamit'in] ilgisini çekmenin yollarını arar; örneğin, Londra'daki kamuoyunu sakinleştirmek için basında Ermeni sorunu hakkında bir kampanya başlatır. Ama Filistin için Sultan'a para önerdiğinde, Sultan kendisine halkının bu toprakları kanıyla aldığını ve bu ülkenin onların olduğunu söyler. 'Museviler milyonlarını kendilerine saklasınlar. Eğer bir gün benim imparatorluğum parçalanırsa, belki de Filistin'e bir tek kuruş ödemeden sahip olacaklar ama ancak cesedimizi parçalayabilirler. Canlı canlı bölünmemize asla izin vermem.' " (s. 84) der. Bu işler için Avusturyalı gazeteci Nevlisky'i kullanır. Önce toprakların satın alınmasını, bu teklif reddolununca doksan yıllığına kiralanmasını teklif eder, bu da kabul görmez. Bütün bunlar Basel Protokolünde planlanır. 1899'da İngiltere'de "Musevi Cemaatler Ortaklığı (Jewis Colonial Trust adında biri İngiliz şirket kurarak, dünyanın finans merkezi olarak Londra saygısını göster[ir]" (s.85.). Herzl yorulmak bilmeden çalışmalarını sürdürür. Sultan Abdülhamit'ten ret cevabını alınca dikkatlerini başka yönlere çevirir. O sırada 1898'de Alman Kayzer Filistin'i ziyaret eder. Ona, yakın Doğu'da Alman çıkarlarını gözeteceğine söz verir. Aynı türden bir sözü de İngiltere Kralı Edward'a verir. Papa ve Vatikan'a kendilerine destek verirlerse Hıristiyanların kutsal yerlerine saygı göstereceğinin sözünü verir.
Burada dikkatimizi çeken çok önemli bir husus daha var. "İçişleri bakanı aracılığıyla görüştüğü Çar'dan Rusya'daki Musevi nüfusunu azaltacak önlemler alması karşılığında harekete hem manevi hem de maddi destek sözü alır." (s.85) Çarlık Rusya'sında Musevilere baskı yapılmaya başlanır, onlar Rusya'yı terk etmeye başlarlar. Çoğunlukla İstanbul'a gelirler. İstanbul sokaklarında perişan olan Musevilerin durumuna Sultan Abdülhamit acır. Haham Mario Levi'yi çağırtır. Musevilerin bu perişan hallerine üzüldüğünü, onları Anadolu'nun çeşitli yerlerinde iskân etmeyi, maddî ve manevi ihtiyaçlarını karşılamayı, bunun için ne yapılması gerektiğini sorar. Mario Levi, bunu yetkili kurullarda görüştükten sonra cevap vereceğini söyler. Bu konu Herzl ile görüşülür, o da bunu reddeder. Levi bir daha gelmez. Zaten bundan sonra Sultan Abdülhamit'in tahttan indirilme süreci başlar.
Tabiî bunu daha çok İngiltere üzerinden yürütüyor. "İngiliz yetkilileri Siyonist programın incelenmesi amacıyla güçlü devletlerin toplanması ve bir konferans yapılması isteğini dile getiren Daily Chroncile ve Pall Mall Gazette gibi güçlü basın organları aracılığıyla, Sina yarımadasında, o zamanki Türk Mısır sınırında (Bugünkü Gazze şeridi sınırında) Mısır topraklarında bulunan el-Ariş'te olası bir Musevi yerleşim konusunda anlaşmak istediklerini göstermişlerdir." (s. 86). Bu faaliyetler sürerken sürgün ettirilmiş olan Yahudilerin yerleştirilmesi konusu var. Bu, oldukça önemli. Sultan Abdülhamit'in önerisini kabul etmeyen Siyonistler onların bir an önce Filistin'e yerleştirilmelerini arzu etmekteler. Aralarında bir grup Arjantin'de büyük toprak alınabileceğini, burada bir koloni oluşturulabileceğini düşününler var. Fakat bu kabul görmüyor. Fakat "Bu sırada 1903 yılının ilkbaharında Doğu Afrika'daki İngiliz topraklarına yaptığı bir ziyaret dönüşünde, Başbakan Joseph Chemberlain Herzl'e Kenya yerleşim bölgelerine Musevilerin yerleşmesi önerisini getirmiştir ama Herzl aralarındaki bir yanlış anlaşmadan dolayı söz konusu yerin Uganda olduğunu zannetmiş." (s. 86) kabul etmemiş. Aslında bu "Uganda projesinden" cesaret alan Herzl bu bölgeyi geçici bir sığınak düşünerek kabul eder. Bu tarihte de ani bir kalp krizi geçirir ölür. Onun yerini David Wolfshon (Litvak) Herzl'in yerini alır.
İttihat ve Terakki
Siyonist Yahudiler süreci, oldukça dikkatli ve ustaca kullanırlar. Her aracı nasıl devreye sokacaklarının hesabını yaparlar. Bunun gerçekleşebilmesi için tek Hedef Osmanlı Devleti'dir. Çünkü muhatap ve aşılması gereken tek güçtür. Sonuçta Filistin toprakları Osmanlı Devleti'nin sınırları içindedir. Dönem içinde kullandıkları araçlar ve kavramlar titizlikle seçilir. Bu topraklara sahip olabilmenin yol ve yöntemine azami dikkat edilir. "Musevilerin yurtlarının yerini efsanevi anlamda bir 'tarihsel bağ'dan ileri gelen hak istemenin değil koşulları belirlemesi gerektiğini ileri sürerler." (s. 87). Burada önemli olan öncelikle koşulların oluşturulması gerektiği düşüncesi öne çıkıyor. Bunun içinde Osmanlı Devleti'nde bu süreci tıkayan Sultan Abdülhamit'in devre dışı bırakılması gerekmekte. Peki bu nasıl olacak?: "Türkiye'de Jöntürkler'in (İttihat ve Terakki Komitesi) 1908 devrimi aslında 'yabancı' etkisine karşı bir halk hareketidir. Bu arada, Museviler ve 'Dönmeler' ismiyle tanınan kimlikler gizli Museviler bu devrimde önemli rol oynarlar." (s. 86.). İttihat ve Terakki hareketinin süreci iyi irdelenmeli. Çıkış noktası Selanik'tir. Bu eyleme öncülük eden örgütlerin başında da Masonlar gelmekte. Görüldüğü üzere bunun bir "Halk" hareketi olarak nitelenmesidir. Öyle bir dalga estirilir ki dönemin önemli İslâmcı aydınları bile bu oyunun tuzağına düşerler. İçinde yer alırlar. Sultan Abdülhamit'e karşı büyük bir kampanya başlatılır.
Tabii ki buna maddi kaynaklar gerekmekte. Üstelik bunlar yapılırken Osmanlı devletinin ve ülkesinin imkânlarından da yararlanılır. "Siyonistler Türkiye'nin başkentinde [İstanbul'da], İngiltere-Filistin bankasının bir şubesini açarlar ve bu banka Osmanlı İmparatorluğu'ndaki genel karargâhları olur. Beyrut'tan Victor Jakobson, görünüşte İngiltere-Filistin şirketinin temsilciliğini yapmak için, aslında Türk Musevilerinin propagandasını yapmak üzere getirilir." (s. 86)
"1911'deki 10. Kongre'de, Herzl'in yerini alan David Wolffshon konuşmasında Siyonistlerin asıl istediklerinin bir Musevi Devleti değil bir yurt (homeland) olduğunu belirtirken Max Nordau Siyonistlerin, Filistin'i ele geçirmek amacıyla Türkiye'yi zorlamak istediklerini ...görevlerinin Türkiye'yi aksine inandırmak olduğunu... ve dünyada kendini feda etmeye hazır Siyonistlerden daha yüce gönüllü arkadaşlar olmadığını düşündüklerini ileri sürenlerin, alçak iftiracılar olduklarını ileri sürer." (s. 86, 87) Nasıl dikkatli bir dil kullandıkları burada açıkça görülmektedir. Kimi çevreleri ürkütmemek adına özenli davranıyorlar. Fakat İttihat ve Terakki çevresinin ağızlarından kaçırdıkları, davranışları onları ele vereceği telâşına kapılıyorlar. "Özellikle Balkanlar'da çıkan karışıklıkların Osmanlı İmparatorluğunu yıprattığı dönemde, Jön Türklerin Siyonist hareket sıcak baktıklarını söylemeleri kuşkulara neden olur." (s. 87).
Osmanlı Devleti'nde, dikkati olan kimseler elbette var. Bu tedirginlik ister istemez önemli bir sorun haline gelir. Bunun için bakın neler yapılıyor: "Türkler Musevi'lerin Filistin'e gelmelerini engellemek için her şeyi yaparlar. Ama bu engelin bir bölümü, gizlice el altından bazı Türk memurlarının satın alınmalarıyla aşılır" (s. 87.) Bir yandan bunlar yapılırken bir yandan da Osmanlı Devleti'nin Filistin'deki gücünün kırılması gerekmekte. Bu da ancak İngiltere, Fransa, Almanya ve Rusya'nın yardımıyla olabilirdi. Dikkat edilmesi gereken bir husus Almanya'nın Osmanlı Devleti'nin bir müttefiki olması. Demek ki her ulusa bir görev düşmekte. Makalenin ilerleyen bölümünde kimi sorunlar Osmanlı Devleti'nde görevli isimler üzerinde yapılmakta. "1913'deki Onbirinci Kongre sırasında Siyonist yönetim adına konuşan Ott Warburg Türkiye'ye karşılıklı dürüstlük güvencesi verir ve Siyonistlerin, Filistin'e Musevilerin yerleşmelerini sağlayıp buradaki kaynakları geliştirerek Türk imparatorluğuna katkıda bulunduklarını sözlerine ekler." (s. 87)
Sevgili okurlarım, dostlarım bu yazı dizisi uzayıp gidecek. Bugün burada kesiyorum. İleride bu makaleye devam edeceğim. Konu önemli. Bu ayrıntılar bugün için size bir şeyler çağrıştırmıyor mu dersiniz. Aslında bu süreç ayrıntılarıyla bilinse bugün ne olur olup bittiği çok daha iyi anlaşılacak.
Çanakkale Savaşı
Bu yazı dizimize bir süre ara vereceğimizi belirtmiştik önceki yazımızda. Ancak gelen bir ileti bu yazı sürdürmemizi zorunlu kıldı. Okurlarımızdan gelen olumlu tepkileri bir yana bırakıyoruz. Tepki veren olasıdır ki bir Musevi, Niri Offman: "Osmanlı bitti tarihin karanlık helâsına atıldı ve üstüne de sifon çekildi, siz hâlâ Osmanlı ile uğraşıyorsunuz, ne kadar hayalperestsiniz sizler hangi dünyada yasıyorsunuz ???? Medeni şeylerle uğraşacağınıza böyle abuk sabuk şeylerle uğraşıyorsunuz.!!!!" İleti bu. Üslup da ancak onlara ait olabilir. Çünkü onlar sınır tanımazlar. Tabiî onların üslubu ile konuşacak değiliz. Burada Osmanlı'yı anlatmaktan çok Yahudilerin İsrail devletinin kuruluş sürecindeki senaryoları, dünyanın çehresini değiştiren entrikalarını anlatmak içindir. Türkiye'yi ve bugünümüzü tanımlamak açısından bu bölüm çok daha önemlidir.
Yazımızın bu bölümünde siyasi ve savaş tarihlerinde yer alamayan ve bu büyük savaşların nedenlerini ortaya koyan çok önemli ayrıntılar var. İngiliz emperyalizminin ruhunda da Siyonizm vardır. Şöyle ki Çanakkale Savaşı, İngiliz Emperyalizminin Osmanlı'ya olan savaşı olarak düşünülür genelde. Oysa söz konusu makalede bakın nasıl önemli bir ayrıntı var. "Bir tatilden sonra Mısır'a dönmek üzere 3 Ağustos sabahı saat 11.30'da Londra'yı terk eden Lord Kitchener, yolda Douvers'de yakalandı ve War Office'te görev aldı. Savaş kurulunun ilk toplantısı sırasında, meslektaşlarına, denizde değil, fakat karada kazanılacak uzun bir mücadelenin başladığını açıkladı. Bu mücadelede, İngiltere'nin, yıllarca savaş alanında kalabilecek, milyonlardan oluşan bir ordusu olacağını da ekledi. Sıra Mısır'ın korunmasına geldiğinde ise Winston Chorchill, Mısır'ı korumak için en iyi yöntemin Gelibolu Yarımadası'na saldırmak olduğunu söyledi, çünkü bu iş başarıldığı takdirde, Çanakkale boğazının kontrolü İngiltere'ye geçecekti. Fakat bu operasyon oldukça zordu ve çok fazla insana ihtiyaç vardı. W. Churchill, Gelibolu'ya saldıracak gibi görünerek ve Hayfa'ya ya da Suriye taraflarında başka bir noktaya ayak basma alternatifini tercih etmişti." [s. 88] Bu bölümü uzun alışımızın nedeni, Çanakkale Savaşı'nın nedenlerini, İngilizlerin bu savaşı niçin başlatmış olduklarını öğrenmiş olmamız. Bu savaş çok yönlü ve çok amaçlıdır. Osmanlı devletinin dikkatini ve güçlerini Gelibolu'ya çekmek. Osmanlı Devleti Çanakkale savaşı ile uğraşırken Mısır'ın korunması, Osmanlı'nın oradaki gücünü azaltmak. Amaç zaten Filistin'e girişi kolaylaştırmaktır. Siyonist İsrail devleti oluşumunun kapısını aralamaktır.
270 bin Osmanlı askerinin Çanakkale'de şehit olması önemli bir güç kaybıdır. Balkanlardaki savaşları da buna katarsak nasıl bir yıpranma yaşandığı görülür. Halife İslâm dünyasının lideri olduğundan olası bir Cihad çağrısı bütün Müslümanların birleşmesi söz konusu olacağından, Arabistan Körfezinde bir tedbir alıyor. "Kitchener, Türklerin Mekke prensi ve hicaz hükümdarının kutsal görevini üzerine almasına izin verdikleri Hüseyin tarafından yönetilen bir Arap isyanını teşvik ederek, Doğu'daki İngiliz egemenliğini ve İngiliz-Hint kuvvetlerini etkileyebilecek olan Cihad'ı kullanmaya kalkışmıştı. 13 Ekim 1914'te, Kitchener, Mekke'deki oğlu Abdullah' 'Eğer Arap halkı bu savaşta İngiltere'yi desteklerse, İngiltere'nin; Arabistan'a müdahale etmeyeceğini ve Araplara dıştan gelen bir saldırı karşısında gerekli olan tüm yardımı kendisinin yapacağını garanti altına aldığını bildiren bir telgraf yollamıştır. Birinci dünya Savaşı'nda Arapların İngilizlere desteğini sağlamak amacıyla, Mısır'daki Yüksek Komiser Sir Henry McMahon aracılığıyla, Şerif Hüseyin ve İngiliz hükümeti arasında uzun süre bir mektuplaşma yapılmıştır. 24 Ekim 1915 tarihli mektup, Majestenin hükümetini, savaştan sonra Filistin'i bağımsız bir Arap devletinin sınırları içine almaya fakat bugün Lübnan adı altında tanınan bölgeyi ise bu sınırlardan çıkarmaya davet ediyordu." (s. 88). Görüldüğü üzere bütün hamleler İsrail Devleti'nin kuruluşu üzerinedir. Çanakkale savaşının çıkması, Arapların Osmanlı devletine karşı kışkırtılması, Mısır'ın işgali.
Konular
- Enver Paşa ve Birinci Dünya Savaşı
- Olumsuz kampanya
- Birinci Dünya Savaşı'na kimin yüzünden girdik?
- Denize düşen yılana sarılır
- Sarıkamış Harekâtı'nın doğurduğu sonuçlar
- Sarıkamış'tan sonra
- Sonuç olarak
- BENZET; AMA ASLÂ BENZEME
- BİR HİKMET BİR KERAMET
- Silah fabrikalarımı kimler havaya uçurdu
- Tayland'ın başkenti Bangkok'taki cami
- Ermeniler 2 milyon Müslüman Osmanlı’yı katletti
- Ermeni Sorunu
- FORMADAKİ AY-YILDIZ'IN MÜTHİŞ SIRRI
- OSMANLI HANEDANININ SERENCAMESİ
- Abdulhamid Döneminde ilkler
- İngilizler Abdülhamid'i neden sevmezdi?
- Abdulhamid hakkındaki iddialar
- Bavê Kurdan: Abdülhamid uğruna ayaklanan Kürtler
- Osmanlı sarayında elektrikli araba
- Eğer tavizler verilmeseydi
- SULTAN II. ABDÜLHAMİT'İN HAYATI FİLM OLUYOR
- SENİN İSTİFA ETTİRDİĞİNİ BİZ DE İSTİFA ETTİRDİK !!!
- Türklerin sosyal medya ile imtihanı
- OSMANLIYI YIKAN AZINLIK OKULLARI
- Gezi Parkı olayları 31 Mart'a benziyor
- Cennet Mekân Sultan Abdûlhamih Han'ın Evliyalığı...
- 'Türkiye son 300 yıldır hiç böyle güçlü olmamıştı'
- Kamus-ı Osmani - Osmanlıca Sözlük
- Lugat-ı Naci - Osmanlıca sözlük