BİR HİKMET BİR KERAMET

Muhterem tarihçi yazar Kadir Mısıroğlunun Bir Mazlum Padişah/ II. Abdülhamit Han adlı eserinden bir bölümü dikkatlerinize sunuyorum. Okumayanlara kitabı okumalarını tavsiye ederim.

….Gençlik yıllarımda Sultan II. Abdülhamid Han hakkında, bazı nâdir makaleler ve Seyyid Abdülhakim Arvâsî ile Süleyman Hilmi Tunahan hazretlerinin etrafında bulunmuş zevâttan nakledilen değerlendirmeler dolayısıyla O’nun büyüklüğüne bir kere daha muttalî olmuş ve lise yıllarında edindiğim kanaati pekiştirmiştim. Fakat öyle büyük bir şahsiyetin, nasıl olup da birkaç Balkan komitecisi karşısında mağlubiyeti kabul edip taç ve tahtını terk etmiş olmasını izah edemiyordum. Hatta merhumu şecaatsizlikle itham ettiğim bile olmuştur. Gerçekten her insaf sahibi kabul eder ki, Sultan II. Abdülhamid’i devirenler, zekâ ve siyasi dirayet itibariyle o büyük hükümdara çömez bile olamazlar. Bu gerçeği mezardan kaldırıp kendilerine sorsak, onların bile itiraftan içtinab etmeyecekleri muhakkaktır.Böyle olduğu hâlde bu şerirler, o büyük hükümdara karşı, nasıl olup da muvaffak olabilmişlerdir!.. Doğrusu bunu anlayamıyordum. Zamanla, hem tarih üzerindeki araştırmalarım ve hem de her müminin iman ettiği “kader” hakkındaki derinleşmem sonunda anladım ki, o büyük şahsiyet de, aynen Sultan Abdülaziz gibi ilâhî kadere ters düşmüş olmaktan dolayı, mazlûmiyetin her türlü acısını tatmak mecburiyetinde kalmıştır. O kaderse, milletin sonraki bozuk kafalı idarecilerin zulmüne müstahak hâle gelmiş olmalarının bir icabı idi.

Biz şahsen Süleyman Hilmi Tunahan (k.s.) Hazretleri’nin Sultan II. Abdülhamid’i senâ eden pek çok beyânını, O’nun yakınlarından ve damadı olan Kemal Kacar Bey’den naklen ve defaatle dinlemişizdir ki, bunlardan bir-ikisini nakledelim:Süleyman Hilmi Tunahan, Şeyh Sirâceddin Hazretleri’ne mensubiyetinden dolayı müridlerine Sultan Abdülhamid Han’ı her vesîle ile medh u senâ eder ve:”-O, sizin mânen amcanız mesâbesindedir!..” dermiş. Buna bir de şunu ilâve edelim: Süleyman Efendi Hazretleri’nin “Tesbihçi Dede” denilmekle meşhur olan yetişmiş bir müridi vardı. II. Meşrûtiyet’in ilânı sırasında Sultanahmed Meydanı’nda yapılmakta olan şenliğe gidip bakmak istemiş. Süleyman Efendi, kendisine:”-Olur, git, bak!.. Ama üzüleceksin. O şamatacıların en önünde Hızır aleyhisselâmı göreceksin!..” demiş ve ilâve etmiş:”O büyük velî (yani Sultan Abdülhamid) baş rolde Hızır (a.s.)’ın olduğuna vâkıf bulunduğu için Selânik’ten gelen “Hareket Ordusu”na karşı kılını kıpırdatmamıştır. Şâyân-ı hayrettir ki, kendisinin en yakını olan bir kimseden (Kemal Kacar), Süleyman Hilmi Tunahan Hazretleri’nin bu beyânına muttalî olduktan az bir müddet sonra bu gerçeğin o büyük Sultan tarafından da aynen ve yazılı olarak ifade edilmiş olduğunu hayretle öğrendim, şöyle ki:1960’lı yıllarda Serencebey’de Mazhar Paşa Sokağı’nda oturuyordum. Burası Şeyh Zâfirî Tekkesi’ne çok yakındı. Arada sırada sabah ve yatsı namazlarına, aslında bir Şâzelî Tekkesi olan Ertuğrul Câmii’ne giderdim. O sırada Beyrut ve Şam’da giriştiği bir ticâretten muvaffakiyetsizliğe uğrayarak İstanbul’a dönmüş bulunan Halil Zâfir, bu câmiin hemen yanıbaşındaki Şeyh Zâfirî Konağı’nda münzevîyâne bir hayat yaşıyor ve beş vakit bu câmi-i şerife devam ediyordu. Burada ahbap olduk. Bazı yatsı namazlarından sonra beni konağa dâvet eder, Sultan II. Abdülhamid merhumun Yıldız Sarayı’ndaki marangozhânesinde imal edilmiş olan eşyâlarla lebâleb dolu olan bir salonda uzun uzun sohbetlere dalardık. Bir gün Halil Bey, konağın üst katına çıkarak hasırdan mâmul bir zenbille döndü. Bunun içi, Sultan II. Abdülhamid Han tarafından Şeyh Zâfirî Efendi’ye, O’nun vefâtından sonra da oğullarına yazılmış olan mektuplarla doluydu. Bunları tetkik ederken bir mektup, hayretimi mucip oldu: Halil Bey, Şeyh Zâfirî’nin ondört evlâdından birinin oğluydu. O’nun söylediğine göre, dedesinin vefâtından sonra Padişah, babası ve amcalarını huzuruna çağırarak:”-Babanızdan sonra kime râbıta yapacağınızı merhum Şeyh Hazretleri size söylemiş miydi?” diye sormuş. Onların da:”-Hayır!..” cevabını vermeleri üzerine:”-Rabıtayı bana yapacaksınız. O’nun yerine ben tâyin olundum. Size söylemiş olması lâzımdı.” demiş.Bundan dolayı Şeyh Zâfirî’nin evlâtları her vesile ile Sultan’ı ziyârete giderler ve O’nunla temâsı kesmezlermiş. Padişah, aynen Şeyh’inin sağlığındaki gibi her Ramazan mutlaka bir kere bu konağa iftara gelirmiş. O gelmeden önce de konağa, saraydan tabla tabla yemekler gönderilirmiş. Bunları anlatan Halil Zâfir, Padişah’ın zaman zaman babası ve amcalarını, eski tâbirle “berâ-yı mâlumât” bazı şeylerden mektupla haberdar edermiş. Hasır zembilde beni hayrete düşüren mektuplardan biri de bu mâhiyette idi. Mektubu, birlikte tekrar tekrar okuduk. Saltanatının son zamanlarında yazıldığı anlaşılan bu mektupta Sultan diyordu ki:”Evlâtlarım!.. Hareket Ordusu’na karşı bir şey yapmadığımdan dolayı bazıları hakkımda itâle-i kelâmda (sözlü tecâvüzde) bulunurlarmış. Sakın siz, böylelerine kapılmayın. Evet, ben o güruh karşısında hareketsiz kaldım. Çünkü onların en ön safında Hızır –aleyhisselâm-’ın yürüdüğünü gördüm ve anladım ki, ne olacaksa olacaktır. Bu bir kader icabıdır. Karşı çıkıp ibâdullâhın kanlarının heder olmasına sebep olmak istemedim.”Halil Zâfir Bey’den, bu mektubu bana vermesi için pek çok ricâda bulundum.”-Bunların hepsini sana vereceğim, sabret!..” dedi. Hakikaten o sırada, sanki ölümünü hissetmişcesine bazı tasfiye hareketleri yapıyordu…

Konular