Kavram kargaşasından mayın tarlasına

Günümüzün en temel sorunlarından biri hayatımızı bütün yönleriyle kuşatan alanlarda yaşanan kavram kargaşası. Nerede nasıl durulacağı, neyin nasıl anlaşılacağı, neyin nasıl kavranacağı bilinemiyor. Bu, yöneticisinden yazarına, halkından bireylere kadar genel bir durum.

Bu karmaşada kimi zaman söz söylemenin bile anlamı olmuyor. Çünkü söylenenler genelde karşılık bulmuyor. Özellikle bu yakın zamanda "Ergenekon karmaşası", "muhafazakâr lâik çatışması" gerilimi olaylara bakmayı iyice zorlaştırdı. Taraflar kim ne derse desin bu kavramların ve karmaşanın gölgesinde kalıyor. Düşünün ki, bir seçim sürecinde Millî Görüş geleneği bile Muhafazakâr Amerikancılar tarafından Ergenekon'un dinci ayağı olarak yaftalandı.

Ergenekon olayı geçmişiyle birlikte başlı başına bir sorun. İttihat ve Terakki geleneğinin bir izleği, bir dönemlerin Amerikan ve batıcı ayağı. Bugün bu kanat tasfiye ediliyor. Böylesi bir durumda ülkemizi ve bölgemizi ilgilendiren kimi konularda söz söylemeye bile cesaret edilemiyor.

Bugün İttihat ve Terakki geleneğinin rolü başkalarına verilmiş durumda.

Filistin toprakları, başlangıçta çok masumane gibi görülen hallerle ele geçirildi. Fakir Filistinlilerden satın alınarak. Bu, o günün koşullarında, bu kadar toprak satın alınarak elde edilemez, Yahudilerin bir tehlike sayılamayacağı duygusuyla yapıldı. Zamanla, ayakları yer tutan, sağlam basan Yahudiler artık toprak satın almayı gerekli görmediler. İşgale başladılar. Bugün nasıl bir sonucun otaya çıktığı ortada. Siyonist Yahudilerin hedeflerinin ne olduğu biliniyor. Türkiye'nin muhafazakâr Amerikancı yöneticileri kimi zaman, tüccarlık duygusu öne çıkarılarak, kimi önemli kuruluşlar özelleştirilme adı altında Yahudi sermayeye verildi. Yahudi sermayenin dini de imanı da kendi düşüncesine uygun hareket eder. Yahudi sermayesinin dini de imanı da vardır. Bir zamanlar Galataport olayında adı geçen Sami Ofer'in İsrail'deki en büyük müzeye aktardığı para bilinir. Bu köşede belgeye dayanarak ayrıntılandırıldı. Ne yazık ki, yüzyıllara dayanan bir devlet ve yönetim gücü bulunan Türkiye Cumhuriyeti Suriye sınırındaki mayınları tarama, ayıklama gücünden yoksun. Elli yıllık bir İsrail devletine muhtaç konumda. Aslında bu çok yönlü düşünülmesi gereken bir konu. Geçmişte Arapları ta'n eden Türkiye şimdi başına gelenlerden habersiz olabilir mi? Bu kadar mı kayıtsız kalınıyor. Türkiye kendi topraklarını, değerlerini başkalarına kırk yıllığına kiralamaya ne kadar da meraklı. Bunun anlamı çok farklı. İsrail ile ilişkilerin devamı ve kişisel çıkarların korunması için bunların yapılması çok tehlikeli.

Bunun üzerinde durulunca, karşı çıkılınca hemen Ergenekoncularla birlikte anılma tehlikesi baş gösterir. İsrail'in yanında olmak için bu yapılanlar nasıl kabul edilebilinir?

Peki bu acziyeti örtmek, ya da verilmiş sözlere dayanılarak kimi kavramların ters yüz edilmesine ne demeli.

Irkçılığın, kavmiyetçiliğin ruhu Siyonizm'dir. Ondan beslenir. Bunu, tâ Fransız ihtilaline kadar götürebiliriz. Avrupa'daki kavmi dalgalanmaların, parçalanmaların temelinde de bu vardır. Faşizim bizim düşünce geleneğinde karşılık bulmayacak bir kavram. Batılılaşma sürecinde İttihat ve Terakki ruhu bunun bir parçası. Bu parçalar şimdilerde birbiriyle kavgalı, birbirini yiyen bir oluş.

Muhafazakâr demokrasi kavramı bile başlı başına sorunlu. Bu, hayatımıza çok çarpık kavram ve oluşlar da getirdi. Tanımlama bakımından izahı zor kargaşalar getirdi. "Din milliyetçiliği" kavramı da bunlardan biri. Sosyolojide böyle bir kavram yok. Birileri bunları uyduruyor ve yutturuyor bu millete. Zaten hep böyle olmadı mı?

Bunların gölgesinde Suriye sınırındaki mayınlı bölgeye bakmada yarar varar.

O zaman Sayın Başbakan'a şöyle bir soru sorma hakkımız doğmaz mı? "Siz Davos'ta niçin esip gürlediniz? Niçin bağırıp çağırdınız? One minute dediniz?" İsrail'e, Gazze'ye daha çok bomba yağdırması için mi bu ihaleyi veriyorsunuz, sorusunu doğurmaz mı? Paranın dini imanı olmaz diyorsunuz, ama o paralar Filistinli mazlumların üzerine bomba olup yağmıyor mu?

Ali Haydar Haksal


Konular