Müslümanlar Ermenilerden ne ister?

Hilal Kaplan, Taraf'taki yazılarında sık sık 'Ermeniler Müslümanlardan ne ister' diye soruyor. Gerçekten de meseleye İslami zaviyeden nasıl bakılabilir ve nasıl bakılmalıdır? Hilal Kaplan yazılarında sık sık Boğazlıyan Müftüsü Abdullahzade Mehmet'e atıfta bulunuyor ve dolayısıyla şüphesiz bu zatı Müslüman-Ermeni ilişkileri açısından bir örnek ve model olarak görüyor olmalı. Ve bu zatı yine zımnen aynı beldenin kaymakamı Kemal Bey'in karşısına oturtuyor. Kemal Bey'i biraz daha yakından tanıyacak olursak, onun meselenin ya baş sorumlularından ya da baş mağdurlarından biri olduğunu görürüz. Birinci Dünya Savaşı'nda Rus Hükümeti ile ilişkili Ermeni ahaliden kurulu çeteler Türk nüfusa karşı saldırı ve katliamlar yaparlar. İktidardaki İttihat ve Terakki Fırkası, ilçede bulunan tüm Ermenilerin Suriye'ye sevk edilmesini mülkî amir olarak Kaymakam Kemal Bey'den talep eder. O da bu kararı uygular. Osmanlı Devleti'nin savaşta yenilmesinden sonra İttihat ve Terakki Partisi dağılır. Hürriyet ve İtilaf Partisi iktidara gelir. Yeni hükümet İttihat ve Terakki ile bağlantılı bürokratları görevden alıp yerlerine kendine yakın bürokratları atamaktadır. Kaymakam Kemal Bey de tehcir sırasında Ermeni ahalinin ölümünden sorumlu tutularak yargılanır. Suçlanmasının işgalci devletlerin baskısıyla olduğu iddia edilmiştir. Kurulan Kürt Nemrut Mustafa Paşa Divan-ı Harbi'nde, kış gününde vatandaşları can ve mal kaybına uğrattığı, ayaklarına süngüler bağlayarak ölüme terk ettiği iddialarıyla suçlanır. O ise, "Ben aldığım emri yerine getirdim. Sürgün edilenlere insanî şekilde davrandım. Süngü bağlamadım. Vicdan azabı duymuyorum. Kimsenin ölümü için emir vermedim" diyerek suçlamalara karşı çıkar. Ancak, mahkeme idamına karar verir.

Dönemin padişahı Vahdettin idam kararını ülkede olaylar çıkabileceğini gerekçe göstererek onaylamaz şeyhülislamdan fetva ister. Şeyhülislam Mustafa Sabri Efendi'nin verdiği fetva ile infaz, 10 Nisan 1919'da İstanbul Beyazıt Meydanı'nda gerçekleştirilmiştir. İdamdan sonra TBMM 14 Ekim 1922'de Kemal Bey'i, Urfa mutasarrıfı Nusret Beyi ve Diyarbakır Valisi Reşit Bey'i 'şehid-i millî' ilân eder. Ermeni meselesinde 'ihkak-ı hak' noktasında Boğazlıyan Müftüsü Abdullahzade Mehmet ile birlikte ikinci bir dini şahsiyet olarak da Şeyhülislam Mustafa Sabri'yi görmekteyiz. Esasında Osmanlı'nın dağılması süreci tam bir dram dönemidir. Bu dönemle ilgili Cemal Paşa'ya mı kızacağız yoksa onun kurbanı olarak gösterilen Şam'lı aydınlara mı acıyacağız yoksa bu kavgaların sonucu kaybettiğimiz topraklara mı ve onun ötesinde veda etmek durumunda kaldığımız Suriyeli kardeşlerimize mi? Acıların ötesinde nahak yere iki milletin birbirinden ayrıştırılması ve koparılmasına mı hayıflanmalıyız? Bu meseleyi en iyi analiz edenlerden birisi de Cezayir Hatıratı adlı eserinde zoraki İttihatçılardan olan Halil Halit Bey olmalıdır. 1905 yılında müsteşrikler kongresi için gittiği Cezayir'de Ermenistanlı bir delege ile tanışmış ve Ermeni-Osmanlı münasebetleri üzerine fikir teati etmişler ve birbiriyle dertleşmişlerdir. Lakin bu hususlarda Müslümanların hissiyatlarını rencide edebileceği gerekçesiyle Ermeni temsilciye kongrede söz hakkı verilmemiştir. Lakin Halil Halit kendisini hususi bir surette dinlemiş ve ona hak da vermiştir. Ermeni delege, Halil Halit Bey'in yazılarından anlaşıldığına göre insaflı bir zattır ve Müslümanların Kur'an buyruklarını arkalarına attıklarından ve Ermenilere davranışlarında Kur'an ölçülerini esas almamalarından yakınır. Tabii ki bu anlatılanlar henüz II. Abdulhamit döneminin hadisatıdır.

Halil Halit Bey'in ismini veremediği bu zatla sohbetinden sonra bir ah çektikten ve tahassür getirdikten sonra şu satırları döşenir: "Gariptir ki Ermeniler-araya yabancılar, fitnekarlar, hilekarlar girinceye kadar- kendileriyle büyük bir ihtilafımızın olmadığını unutuyorlar. Avrupa'ya yakınlık göstererek bize maddi ve manevi pek büyük zararlar verilmesine neden oluyorlar (bu zararlar sonra müteselsilen kendilerine de dönüyor). Düşünce derinliği ve isabetli tedbir sahibi Ermeni cemaatinin -şarkta istila ve yağma yapmak hırsıyla insani basiretleri büsbütün bağlanmış ve körelmiş olan-Batı siyasetçilerinin kabullendikleri yollara kapılmamaları gerekirdi. Ermeniler Şarklıdırlar ve bu yönüyle bizden sayılırlar. Frenkler ise bizim kadar onlara da yabancıdırlar. Gerek içtimai hayat, gerek adet ve meşrepçe bir Türk ile bir Ermeni arasında güçlü benzerlikler bulunur. Fakat bir Ermeni ile bir İngiliz arasında uyumlu bir münasebet bulmak zordur. Meğer ki o Ermeni, Paris veya Londra görmüş hafif meşrep bir genç ola. Eğer Ermeniler siyasilerle Batı'nın devlet adamlarının yapageldikleri riyakarlığın derinliğini tetkike girişseler, kendilerine sevgilerinin vaktiyle bize olan sevgileri türünden olduğunu görürler. Gerek Müslüman olsun gerek Hıristiyan olsun-umumiyet itibarıyla- Garplılar Şarklıları sevmezler. Gösterilen teveccüh ani, zahiri ve sahtedir yani samimi niyetten uzaktır." Maalesef Ortaçağdan beri Batı istilacılığı hep Şark Hıristiyanlarının zararına olmuştur. Günümüzde de bu kural değişmemiştir. Ne yazık ki gerginlikler bir zaman gelip toplumsal cinnet boyutuna varmış ve bunun sonucu müşterek acılar yaşanmıştır. Bundan dolayı doğruyu bulmak için sadece bir tarafı ve Osmanlı'yı suçlamak doğru yolu bulmaya yetmeyeceği gibi çözüm de sunmaz.

Mevlüt Özcan


Konular