Türk Siyasal Sisteminin Karakteri
İttihat ve Terakkî siyasal geleneği, yerleştiği günden beri kendini korum adına, sürekli olarak farklı hamleler içinde bulunmaktadır. Bu karakter, kendisini su yüzünde tutmayı başararak, üstelik baskınlaşarak gücünü korumaya bakıyor.
Başlangıçta, Anayasa’da Devletin resmi dini İslâm olarak kabul edilmektedir. 1. Mecliste, Ali Şükrü Bey, muhalefet grubu içinde Mehmed Âkif, Hasan Basri Çantay gibi isimler bir erken seçim kararıyla tasfiye ediliyorlar. Bu tasfiyeden sonra, denetim, tamamen İttihatçı geleneğin elinde kalıyor. Muhalefet artık bu parlamentoda yoktur.
Anayasa’da yer alan ve bir hüküm olan “Kayıtsız şartsız milletindir” ibaresini hükmü mevcut parlamentonun elindedir. Başlangıçta Cumhuriyet Halk Fırkası, sonradan ise Cumhuriyet Halk Partisi adıyla tek partili bir dönem başlıyor. Parti merkez yönetimi, adayları kendisi belirliyor ve bunları illere gönderiyor, halk önerilen ve önlerine konulan bu isimleri ister istemez oyluyor ve meclise gönderiyor. Halkın önünde seçenekler olmadığından, bu zoraki tercih ile sanki kendisi temsil noktasındaymış gibi bir düşünceye odaklandırılıyor. Parlamento var, parlamentonun üyeleri var, bunlar illerden seçilip gelmişler. Hem Anayasa’da hem de meclis duvarında söz konusu ibare olduğu gibi orada duruyor.
Tabiî hiç kimsenin muhalefet etmediği ve sadece kendi içinde var olan bir yapı böyle, bir sürü devam ediyor. Daha sonra çok partili hayata geçildiğinde, bir anlamda ipin ucu kaçıyor. DP içinde meşhur olan ayrışma su yüzüne çıkıyor. Poturlular ve çarıklılar. Poturlular İttihat ve Terakki’nin o dayatmacı kanadını temsil ediyor. Bu süreçte soysal olarak, koşulları zorlayan gelişmeler sonucu, bir takım değişmeler yaşanıyor. Ama bu, biraz da tersinden bir yöne girerek. Adnan Menderes bu milleti temsil eden bir görüntü içindedir. Bir yandan ezanı aslına döndürerek, Arapça okunmasını, radyolarda mevlit ve Kur’an-ı Kerim okunması milletin hoşuna gidiyor ise de borçlarını bitirmiş olan ve artık kalkınma hamlesi içinde bulunması gereken ülkemiz Marshal yardımı başlangıç yapılarak yeniden borçlanmaya gidiliyor.
2. Dünya Savaşıyla gelişen bu süreçte, yeniden bağımlı olmaya götüren bir tercihle başbaşa kalınıyor.
Türk siyasal yaşamının giderek dalgalanması ve artık yerli sanayi ve sermayenin devreye girmesi bu yeni sürecin ilk işaretleridir. Aslında bu konu ayrıntılı olarak incelenmelidir. Bakış açısı hep İttihat ve Terakki ruhlu ve merkezli olduğundan yanılsatıcı olmuştur.
Anayasal değişiklikler, zaman içinde, milletin yeniden kendi kendisini yönetme ve var olma düşüncesi karşısında yeni şekillere bürünmüştür.
Görünüşte meclisin duvarlarında yer alan sembolik ifadenin de denetim altına alınması gerektiği anlaşılmıştır. Milli Görüş hareketi parlamentoda, milleti temsil noktasında hareket kazanınca buna karşı tedbirler de alınmıştır.
Başlangıçta Cehepe parti merkezi, ya da depe’de Celâl Bayar, AP’de Süleyman Demirel anlayışı denetimi elinde tuttuğu için meclise giren isimlerin ya da parlamenterlerin varlığı bir anlam ifade etmiyor. 1980 anayasası ile denetim parlamentonun elinden alınarak bürokrasinin eline veriliyor. Bu kurumlar, İttihatçı ruhu ve geleneği sürdürme çabası içinde oluyor.
Aslında kavganın temelinde yatan en önemli neden budur.
Kendi geleneğinde ve izleğinde olan çocuklarını dahi feda etmekten kaçınmayan bir yapı ortada duruyor. Bu yapı, kendi çocuklarını yem olarak kullanıp kendisini korumaya bakıyor. Asıl üzünülecek olan taraf da budur. Düşünün ki, aydın kesimin önde gelen isimleri, kendi gelenekleri, ya da silahlı çeteleri veya denetimi ellerinde tutan üst çeteye mensup birileri tarafından ortadan kaldırılırlarken de, olayı karşı tarafın üstüne yıkarak bundan kendisine çıkar ve ayakta durma malzemesini devşiriyor.
Acımasız bir çark işliyor. Bir daha geri gelmeyecek ve belki de yerleri doldurulamayacak olan değerlerini bile feda ediyor. Bugün kaç tane Uğur Mumcu vardır bu ülkede? Bu bir soru.
Bu milletin kendi kendisini yönetmesi, ve değerleriyle buluşması en büyük tedirginlik noktasıdır. Darbelerin mantığı da budur. Her darbe yeni bir Anayasa demektir. Her yeni anayasa ise milleti işlevsiz kılma amacı taşımaktadır. Darbelerin anayasasıyla yönetilmiyoruz, Onun ötesinde izin verilmiyor. Sorun da buradadır.
Başlangıçta, Anayasa’da Devletin resmi dini İslâm olarak kabul edilmektedir. 1. Mecliste, Ali Şükrü Bey, muhalefet grubu içinde Mehmed Âkif, Hasan Basri Çantay gibi isimler bir erken seçim kararıyla tasfiye ediliyorlar. Bu tasfiyeden sonra, denetim, tamamen İttihatçı geleneğin elinde kalıyor. Muhalefet artık bu parlamentoda yoktur.
Anayasa’da yer alan ve bir hüküm olan “Kayıtsız şartsız milletindir” ibaresini hükmü mevcut parlamentonun elindedir. Başlangıçta Cumhuriyet Halk Fırkası, sonradan ise Cumhuriyet Halk Partisi adıyla tek partili bir dönem başlıyor. Parti merkez yönetimi, adayları kendisi belirliyor ve bunları illere gönderiyor, halk önerilen ve önlerine konulan bu isimleri ister istemez oyluyor ve meclise gönderiyor. Halkın önünde seçenekler olmadığından, bu zoraki tercih ile sanki kendisi temsil noktasındaymış gibi bir düşünceye odaklandırılıyor. Parlamento var, parlamentonun üyeleri var, bunlar illerden seçilip gelmişler. Hem Anayasa’da hem de meclis duvarında söz konusu ibare olduğu gibi orada duruyor.
Tabiî hiç kimsenin muhalefet etmediği ve sadece kendi içinde var olan bir yapı böyle, bir sürü devam ediyor. Daha sonra çok partili hayata geçildiğinde, bir anlamda ipin ucu kaçıyor. DP içinde meşhur olan ayrışma su yüzüne çıkıyor. Poturlular ve çarıklılar. Poturlular İttihat ve Terakki’nin o dayatmacı kanadını temsil ediyor. Bu süreçte soysal olarak, koşulları zorlayan gelişmeler sonucu, bir takım değişmeler yaşanıyor. Ama bu, biraz da tersinden bir yöne girerek. Adnan Menderes bu milleti temsil eden bir görüntü içindedir. Bir yandan ezanı aslına döndürerek, Arapça okunmasını, radyolarda mevlit ve Kur’an-ı Kerim okunması milletin hoşuna gidiyor ise de borçlarını bitirmiş olan ve artık kalkınma hamlesi içinde bulunması gereken ülkemiz Marshal yardımı başlangıç yapılarak yeniden borçlanmaya gidiliyor.
2. Dünya Savaşıyla gelişen bu süreçte, yeniden bağımlı olmaya götüren bir tercihle başbaşa kalınıyor.
Türk siyasal yaşamının giderek dalgalanması ve artık yerli sanayi ve sermayenin devreye girmesi bu yeni sürecin ilk işaretleridir. Aslında bu konu ayrıntılı olarak incelenmelidir. Bakış açısı hep İttihat ve Terakki ruhlu ve merkezli olduğundan yanılsatıcı olmuştur.
Anayasal değişiklikler, zaman içinde, milletin yeniden kendi kendisini yönetme ve var olma düşüncesi karşısında yeni şekillere bürünmüştür.
Görünüşte meclisin duvarlarında yer alan sembolik ifadenin de denetim altına alınması gerektiği anlaşılmıştır. Milli Görüş hareketi parlamentoda, milleti temsil noktasında hareket kazanınca buna karşı tedbirler de alınmıştır.
Başlangıçta Cehepe parti merkezi, ya da depe’de Celâl Bayar, AP’de Süleyman Demirel anlayışı denetimi elinde tuttuğu için meclise giren isimlerin ya da parlamenterlerin varlığı bir anlam ifade etmiyor. 1980 anayasası ile denetim parlamentonun elinden alınarak bürokrasinin eline veriliyor. Bu kurumlar, İttihatçı ruhu ve geleneği sürdürme çabası içinde oluyor.
Aslında kavganın temelinde yatan en önemli neden budur.
Kendi geleneğinde ve izleğinde olan çocuklarını dahi feda etmekten kaçınmayan bir yapı ortada duruyor. Bu yapı, kendi çocuklarını yem olarak kullanıp kendisini korumaya bakıyor. Asıl üzünülecek olan taraf da budur. Düşünün ki, aydın kesimin önde gelen isimleri, kendi gelenekleri, ya da silahlı çeteleri veya denetimi ellerinde tutan üst çeteye mensup birileri tarafından ortadan kaldırılırlarken de, olayı karşı tarafın üstüne yıkarak bundan kendisine çıkar ve ayakta durma malzemesini devşiriyor.
Acımasız bir çark işliyor. Bir daha geri gelmeyecek ve belki de yerleri doldurulamayacak olan değerlerini bile feda ediyor. Bugün kaç tane Uğur Mumcu vardır bu ülkede? Bu bir soru.
Bu milletin kendi kendisini yönetmesi, ve değerleriyle buluşması en büyük tedirginlik noktasıdır. Darbelerin mantığı da budur. Her darbe yeni bir Anayasa demektir. Her yeni anayasa ise milleti işlevsiz kılma amacı taşımaktadır. Darbelerin anayasasıyla yönetilmiyoruz, Onun ötesinde izin verilmiyor. Sorun da buradadır.
Konular
- Enver Paşa ve Birinci Dünya Savaşı
- Olumsuz kampanya
- Birinci Dünya Savaşı'na kimin yüzünden girdik?
- Denize düşen yılana sarılır
- Sarıkamış Harekâtı'nın doğurduğu sonuçlar
- Sarıkamış'tan sonra
- Sonuç olarak
- BENZET; AMA ASLÂ BENZEME
- BİR HİKMET BİR KERAMET
- Silah fabrikalarımı kimler havaya uçurdu
- Tayland'ın başkenti Bangkok'taki cami
- Ermeniler 2 milyon Müslüman Osmanlı’yı katletti
- Ermeni Sorunu
- FORMADAKİ AY-YILDIZ'IN MÜTHİŞ SIRRI
- OSMANLI HANEDANININ SERENCAMESİ
- Abdulhamid Döneminde ilkler
- İngilizler Abdülhamid'i neden sevmezdi?
- Abdulhamid hakkındaki iddialar
- Bavê Kurdan: Abdülhamid uğruna ayaklanan Kürtler
- Osmanlı sarayında elektrikli araba
- Eğer tavizler verilmeseydi
- SULTAN II. ABDÜLHAMİT'İN HAYATI FİLM OLUYOR
- SENİN İSTİFA ETTİRDİĞİNİ BİZ DE İSTİFA ETTİRDİK !!!
- Türklerin sosyal medya ile imtihanı
- OSMANLIYI YIKAN AZINLIK OKULLARI
- Gezi Parkı olayları 31 Mart'a benziyor
- Cennet Mekân Sultan Abdûlhamih Han'ın Evliyalığı...
- 'Türkiye son 300 yıldır hiç böyle güçlü olmamıştı'
- Kamus-ı Osmani - Osmanlıca Sözlük
- Lugat-ı Naci - Osmanlıca sözlük